Musiki Cemiyeti
Musiki'ye Gönülden Bağlananların İnternet Mecmuası

Moonspell – The Butterfly Effect

Değişimin İradesi kimin elinde?

Moonspell - The Butterfly Effect Albüm Kapağı
65%
Arafta

90'ların sonunda deneyselliğe kurban giden bir albüm daha. Yer yer çok güzel ama yer yer allahım neler oluyor dedirtiyor

  • Albüm Notu

The Butterfly Effect. Hiç bir grup ilk iki albümleri ile kendilerine Moonspell’in ki gibi kemik bir dinleyici kitlesi kazanmamıştır. Genelde topluluklar major bir grup oluncaya kadar tutarlı bir çizgide ilerler sonrada bir süreliğine sessizliğe bürünürler. Bu sessizliğin ardından da değişik bir tarz ile geri dönerler. Değişimlerinde iki unsur söz konusu olur, birincisi grubun olgunluğu ikincisi ise maddi doyum.

Moonspell gerçekten de ilk iki albümü ile çok büyük bir başarı kazandı. Bu başarının maddi bir getirisi de oldu. Fakat hiç bir grup dört yıl içerisinde ikinci bir Metallica olamaz (hem olgunluk konusunda hem de maddi yönden). Bu yüzden Moonspell’in değişim süreci bir Metallica değişimi gibi olmadı.
Sin/Pecado‘da başlayan değişim rüzgarı bir çok müzik sever tarafından hoş karşılandı ama Moonspell değişiminin ardında çırıl çıplak durmayı başaramıyordu. Daemonarch gibi bir yan proje bu yüzden vardı ve Daemonarch’tan parçalar bu yüzden Moonspell konserlerinde de çalınıyordu. Çünkü Moonspell sert grup değildi artık ve bazı fanlar sert müzik isteklerinde ısrarcıydılar.
Evet Moonspell değişmek istiyordu, fakat henüz marka olmadıkları için hala firmalarının dediklerini yapmak ve albüm satışı için uğraşmak zorundaydılar (biliyorsunuz bir grup marka olunca ne yaparlarsa yapsınlar ürünleri satar). Daemonarch işte bu yüzden Moonspell konserlerinde olan bir şeydi. Fakat Moonspell tüm bunlara rağmen karakterli bir gruptu. Kısa süre sonra bu iki yüzlü durumdan sıkılıp Daemonarch topluluğun konserlerinde çalınmaz hale geldi. Hatta Fernando Daemonarch’ın ticari yönünü bile kabul etti.

Fakat tüm bu gelişmeler Moonspell’in dinleyici ve piyasa tatmin etme zorunluluğunu gidermedi. Grup bir sonra ki albümlerinde tekrar sert bir müzik yapacağına dair beyanlarda bulundu. Sin/Pecado’dan bir yıl sonra Moonspell kimsenin beklemediği bir albümle geri döndü.
The Butterfly Effect hemen hemen tüm Moonspell fanları için ciddi bir şok oldu. Kimse böyle bir şey beklemiyordu. Sin/Pecado’daki elektronik etkili gotik müzik yerini Rammstein vari endüstriyel sese bırakmıştı. Evet sert bir müzik vardı, hatta Antidote öncesi Moonspell’I düşünürsek en sert Moonspell albümüydü fakat görünüşe göre kimse böyle bir sertlik istemiyordu.
O günlerde The Butterfly Effect işte bu şekilde yargılanıyordu. Bizde bugün tekrar yargılayacağız The Butterfly Effect’I özellikle de grubun bu günlerine bakaraktan. Ama once albümü yakından inceleyelim.
The Butterfly Effect grubun dördüncü uzun metraj albümü. Kayıtları Londra’daki Trident II stüdyolarında yapılan albümün prodüktörlüğü Andy Relly tarafından yapılmış. Mastering ise Patrick Bird ve Andy Relly tarafından Sounddisks denilen bir yerde yapılmış (belki de bir bilgisayar programıdır, gerçekten albüm kitapçığının yalancısıyım, tamam mı Caner?) ve çok da iyi bir iş çıkmış. Açıkcası en çok sevdiğim ve en yaratıcı olduğunu düşündüğüm Moonspell sesi bu albümdedir.
Şarkılar ise gerçekten tam bir serüven şeklinde. Kişilik sorunları hakkında, ben olmak ve olamamak üzerine kurulu bir konu akışı üzerine endüstriyel denemelerden, film noir müziklerine kadar giden bir müzik söz konusu. Lustmord ile güç hissederken can’t bee ile hüznün çoşkusunu (!!!) hissediyorsunuz. Angelizer ile zincirini kıran öfkeyi hissederken, tired ile yorgun adamın son haykırışını duyuyorsunuz ve aslında bir nevi kara film olan The Butterfly Effect “k” adlı outro ve onun akabindeki kaotik gürültü ile bitiyor. Bu bu kara filmi kimler beğenir, Marilyn Manson, Rammstein, Leonard Cohen ve belki de biraz Moonspell sevenler ve bahsi geçen tüm isimleri bir albüm de karıştırılmasını hazmedebilecek olan herkez. Tabii bu hazmetmesi kolay bir reçete değildir ve sevmeyenlere hak vermek çok kolaydır ama yine de The Butterfly Effect Moonspell’in en karakteristik çalışmasıdır, özgünlüğü ve içtenliği ise başka sebeplerden ötürü tartışılabilir.
The Butterfly Effect artık kendisini olgun ve müzikal olarak yeni şeyler aramaya hazır olduğunu sanan bir gruptan çıkmış fakat ne yazık ki Moonspell o günlerde ne olgunluktaydı ne de böyle bir değişime hazırdı. Bunu anlamanın en kolay yolu ise harmanlanan müziğinin tüm elementlerini kolayca deşifre edebilmek yani grup Marilyn Manson’dan etkilenmiş diyebilmek, hem de daha ilk dinleyişte. Tüm bunlardan çıkan sonuç ise Moonspell’in bu kadar keskin değişimlere henüz ne maddi ne de manevi olarak hazır değildi.
Ve grup kalemi kırdı, gerekeni yaptı. İşte benim gözümde de Moonspell bu şekilde raydan çıktı. Ben Moonspell’in daha ikinci albümünden itibaren değişmeye başlamasını ya da Sin/Pecado’nun kitapçığına beş yüz tane grup fotosu koymasını hiç bir zaman yadırgamadım. O günler de Avrupadaki tüm firmalar da kendi Metallica’sını yaratma çabası vardı. Bu yüzden daha dördüncü albümünü çıkarmış olan grupların musical history adında albümleri çıkıyordu. Sonuçta tüm bu olan biten o günlerin doğal bir sonucuydu. Benim takıldığım yer Moonspell’in kendi kararlarından ve çizdiği yoldan vaz geçip dinleyicilerinin, firmalarının ve hatta eleştirmenlerin dediklerini yapmaları oldu. Bu durum Memorial’a kadar katlanılır bir şeydi, en azından benim açımdan çünkü The Butterfly Effect’en sonra çıkan iki albümde bir şekilde samimiyetini korumuştu, her ne kadar geri adım atılsada.
Bu gün bu albüme değinmek istedim çünkü tüm yerli ve yabancı basın Memorial’ı yere göre sığdıramıyor, hatta grup Mtv’den ödül alıyor (aynı mtv vaktiyle Opium klibini yasaklıyor). Kabul Memorial güzel bir albüm fakat herkes, Moonspell de dahil The Butterfly Effect yokmuş gibi davranıyor. En son Moonspell konserinde bile Darkness & Hope’dan sadece bir şarkı çalındı ve The Butterfly’dan hiç birşey çalınmadı (çok yakında grup tekrar gelecek Türkiye’ye ve eminim bu iki albümden çalmayacaklar, hatta belki Sin/Pecado ve Antidote’dan bile çalmazlar). Tüm bunların yanısıra Memorial’ın Moonspell’den daha çok Daemonarch’a benziyor oluşu çok daha farklı bir sonuç çıkarmama sebep oluyor. Artık Moonspell samimiyeti umursamıyor ve vaktiyle Sin/Pecado ile olduğu gibi Daemonarch ile maddi açıdan kendini güvence altına almaya çalışıyor.
İşte bu yüzden bugünlerde Memorial yerine The Butterfly Effect dinliyorum ve karakter sahibi olan Moonspell’i özlüyorum, keşke bir Samael ya da Tiamat gibi kulaklarını eleştirmenlere kapasalardı fakat kimbilir belki bu günler Moonspell’in hem maddi açıdan kendini garantiye alacağı ve aynı zamanda olgunlaşmayı tamamlayacağı günlerdir. Bir sonraki albüme kadar bunu öğrenemeyeceğiz.

Moonspell Metal Archives sayfası

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept