Danimarkalı King Diamond, nam-ı diğer Kim Bendic Petersen’in öne çıkan iki özelliği var: Ani geçişler eşliğinde oktav üstüne oktav bindirebildiği sesler münasebetiyle tek kişilik bir orkestra olması ve her albümünde (Mercyful Fate albümleri hariç) bir hikaye ele alması. Aslen King Diamond’ın 1986 çıkışlı “Fatal Portrait” ile başlayan ve 2007’de “Give Me Your Soul… Please” ile (şimdilik) tamamlanan 12 albümlük bir hikaye anlatma geleneği bulunuyor. Ancak tüm King Diamond albümlerinin hikayeleri burada anlatılamaz, zira sabrım yetmez. Dolayısıyla 5 tane seçtim, hafta boyunca göreceğiniz rüyaları şenlendirmeye yeter.
Abigail, Abigail II: The Revenge
1987 çıkışlı Abigail, King Diamond’ın ikinci stüdyo albümü. Aynı zamanda grubun ilk konsept albümü olarak geçiyor, çünkü Fatal Portrait’te baştan sonra tek bir hikayeye bağlı kalmak yerine araya başka konular da sıkıştırmışlar. Çok tutulan filmin ikincisini çekmek nasıl adettense, King Diamond da 2002’de Abigail II: The Revenge isimli devam albümünü çıkarıp hikayeyi sürdürüyor. Neyse, konuya dönelim, siz de şuradan yavaş yavaş dinlemeye başlayın.
Albüm, 1777’de ölü doğmuş bir kız çocuğu olan Abigail La’Fey’in cenazesiyle başlıyor. Kızı gömmekle kalmıyor, ayaklanıp mezardan çıkmasın diye yerine çiviliyorlar. Aradan yıllar geçiyor, Jonathan La’Fey’e Abigail’in doğduğu ev miras kalıyor. Adam da alıyor eşi Miriam’ı alıp 1845 yılında buraya taşınıyor. Yolda karşılarına atlı adamlar çıkıyor, tuhaf tuhaf şeyler söyleyip ikiliyi uyarıyorlar ama nedense çiftimiz “eski ev, cinli midir, perili midir, etrafında türbe mürbe var mıdır?” diye hiç düşünmeden, bir exorcist bile çağırmadan eve yerleşiyor. Gençlerin bilinçsizliği, evin asıl sahibi Kont de La’Fey tarafından hoş karşılanmıyor. Hayalet gece gece Jonathan’ın karşısına çıkıp “Senin bu Miriam var ya, Abigail’in ruhunu taşıyor, kızı yeniden doğuracak” diye uyarıda bulunuyor.
Meğer zamanında Kont de La’Fey’in karısı başkalarıyla işi pişirmiş, Abigail’e hamile kalmış. Kontun eşiyle yaptığı tartışma iyice arbedeye dönüşüyor, kontesin merdivenlerden aşağı yuvarlanmasıyla ve Abigail’in ölü doğmasıyla sonuçlanıyor. Kontes krematoryuma, Abigail de mumyalanarak mezara gönderiliyor.
Günümüze döndüğümüzde Jonathan ve Miriam’ı evdeki tuhaf olaylarla karşı karşıya buluyoruz. Kısa bir süre sonra Miriam’ın hamile olduğu ve içindeki bebeğin ipini koparmışçasına hızla büyüdüğü anlaşılıyor. Bir de ne görsünler? Abigail Miriam’ı ele geçirmiş, geçmişte olan bitenin tekrarlanması için Jonathan’a, eşini merdivenlerden aşağı atmasını söylüyor. Durumdan kıllanmış olan Jonathan, “Gel seni mezarına götüreyim, orada doğarsın” diyerek Abigail’i kandırmaya çalışıyor ama küçük hayalet kız bunları yer mi? Yemez. Jonathan’ı merdivenlerden aşağı atıp öldürüyor.
Miriam Abigail’i tekrar doğurup ölüyor. Albümün başında karşımıza çıkan atlı adamlar Abigail’i kendi lahdi içinde, tanımlanamayacak kadar iğrenç, böyle düşman başına bir şey (muhtemelen kendi mumyası) yerken buluyorlar ve albümün başındaki Funeral parçasına geri dönüyoruz.
Albüm burada bitiyor ama olaylar bitiyor mu? Elbette hayır.
Abigail II: The Revenge
Abigail II: The Revenge albümünün başında atlı adamlardan birini Abigail’in mezarı başında görüyoruz. Meğer kendisi Abigail’in uzaktan kardeşi oluyormuş, küçücük çocuğun iyi ya da kötü olamayacağını, büyüyüp kendi yolunu çizmesi gerektiğini düşünüyormuş. Gümüş çivileri söküp kızı kurtarıyor ve 1863 yılına geliyoruz. Abigail 18 yaşına gelmiş, ormanda dolaşırken bir fırtınaya yakalanmış ve kendisini La’Fey malikanesinde bulmuş.
Önceki albümde öldü sandığımız Jonathan aslında ölmemiş, sakat kalıp delirmiş. Bazen bastonla, bazen tekerlekli sandalyeyle dolaşıyor, uşağıyla birlikte hayatına devam ediyor. Ancak delirmiş olduğu için kendisine artık Kont diyor, Abigail’i de Miriam sanıyor, hatta bir gece veliahtını doğurması için Abigail’e tecavüz ediyor. İntikam hırsıyla dolan Abigail önce uşağı öldürüyor, ardından da Jonathan’ın yemeğine cam kırıkları dolduruyor. Çeşitli vahşet sahnelerinden sonra Jonathan’ı yakarak öldürüyor ancak yangın bütün malikaneyi sarıyor. Herkes ölürken yangın ne yazık ki lahde ulaşamıyor ve bebek Abigail’in ruhu serbest kalamıyor. O gün bugündür annesini arayıp ağlarmış yavrucak.
King Diamond, hayaletli evlere doyamıyor: Them
King Diamond, hayaletli ev konseptinden uzaklaşmamış ve yine iki albüm süresince devam eden bir hikayeyle karşımıza çıkıyor. 1988 çıkışlı “Them” albümünde King isimli bir çocuk ve kedi ismine sahip kız kardeşi Missy, akıl hastanesinden dönüp aileye yeniden katılan büyük anneleri nedeniyle dertlere gark oluyorlar. Efendim, hastane görevlileri büyük annenin yeteri kadar tedavi olduğuna karar vermişler ve kadını eve göndermişler ama bir gece minik King boş boş dolaşırken, büyük annesinin kendi kendine çay içip ortamda görünmeyen birileriyle sohbet ettiğini fark ediyor. Tam “Aha, yine delirdi” diyecek, etrafta çay fincanlarının uçuştuğunu, kaşıkların kendi kendine şeker karıştırdığını görüyor. Burada çocuğun aklının gitmesi gerekiyor ama büyük annesi King’in gözlerine bakıp telepatiyle “Yok bir şey evladım, unut bu gördüklerini” diyor.
Başka bir gece büyük anne King’i uyandırıp birileriyle tanıştıracağını söylüyor. Kadının asıl deliliği burada ortaya çıkıyor zira biricik kızının elini kesip kanını çaya katıyor, kanlı çayı da torununa bir güzel içiriyor. King’e bir haller geliyor, evin içinde görmediği insanların seslerini duymaya başlıyor. Sözlerden anladığımız kadarıyla, bu çay kafa yapan bir çaymış. King’in ağzı gözü birbirine karışmışken, ailenin tek aklı başında insanı Missy, ortamda bazı tuhaf durumların döndüğünü, annelerinin bir şekilde bilincini kaybettiğini ve yardıma ihtiyaçlarının olduğunu dile getiriyor. King deliler dünyasına katıldığından kelli, yardım edeceği yerde telefonun kablosunu falan kesip işi iyice yokuşa sürüyor.
Durumdan fevkalade müsterih olan Missy çaydanlığı kapıp kırıyor. Ne var ki, kız daha “Allah belasını versin böyle ailenin” diyemeden, “Onlar” tarafından vahşice öldürülüyor. Bir çaydanlık için kardeşinin öldürülmesini hazmedemeyen King, yaşadığı travma sonucunda kafasını toparlıyor, bayılıyor, ayılıyor, son hızla aklını kaçırıyor ve büyük annesini öldürmeye karar veriyor. “Onlar”ın ev dışında pek de güçlü olmadığını fark edip büyük anneyi dışarı çağırıyor, gerekeni yapıyor, akıl hastanesine gönderiliyor. Yıllar sonra eve döndüğünde büyük annenin de evdeki seslerinde son derece canlı bir şekilde sohbete devam ettiğini görüyor.
Conspiracy
“Them” albümünde ailenin büyük bölümünü incelediysek de komada gibi görünen annenin deliliğine pek değinemedik. O kısma da devam albümü olan, 1989 çıkışlı “Conspiracy” ile bakacağız. Anlayacağınız, genlerinde meymenet olmayan bir soydan bahsediyoruz.
Conspiracy’de King büyümüş, artık bu şartlar altında ne kadar iyileşebiliyorsa iyileşmiş, hastaneden çıkarılmış. Evde neler olup bittiğini biliyor ama kafasında bazı sorular var. Bir de kardeşini yeniden görmek istiyor. Evdeki hayaletlerle bir anlaşma yapıyor.
Her şey yolunda. Missy hayalet olarak geri dönüyor, King’e diğer taraftan haberler veriyor, birlikte doyurucu sohbetlere imza atıyorlar. Anne ise King’in terapistiyle aşna fişneye dalmış, evi ele geçirmek için birlikte şeytani bir plan yapmışlar. Miras belası anayla oğlunu birbirine kırdırmış, Missy de hayalet olduğundan kelli olaylara pek müdahale edemiyor. Anne ve doktor el birliğiyle King’i yakıyorlar, şerefsiz gibi eve yerleşiyorlar. Albüm, King’in “peşinizi bırakmayacağım şerefsizler, sizi onlardan beter korkutacağım” gibi yeminler etmesiyle son buluyor.
Şimdiye kadar sadece iki hikaye anlatmamıza rağmen dört albüm devirdik ki bunlar, King Diamond albümleri arasında en iyilerden sayılırlar. İkinci bölümde üç hikayeyle daha görüşmek üzere.
Bir yanıt yazın