Gotik metalden gotik rock'a muazzam bir geçiş. Kişisel Tiamat favorim.
- Design
Gönül isterdiki Tiamat’ı Skeleton Skeletron ile tanısaydım. O zaman albümü aldığım yıl, albümün daha çok içine girebilirdim ama ben Tiamat’la Wildhoney (incelemesi için tıklayınız) ile tanışmıştım ve ilk kez Wildhoney ile sevmiştim. O dönemlerde sanırım müziğe daha bağnaz yaklaşıyorduk. Skeleton Skeletron ilk piyasaya çıktığında (kaset olarak Atlantis basmış ve Türkiye de lisanslı olarak dağıtmıştı) alıp dinlemiş, çok sevmemiştim ama bir kenarada atamamıştım.
Zaten o günlerde daha reşit olmamıştım (yedi yıl öncesinden bahsediyoruz) ve evde oturup içerken dimmu borgır şarkılarıyla sarhoş olmak daha çok hoşuma gidiyordu. Henüz gece barlara gitme şansımız olmadığından, aslında barların ne kadar yalnız yerler ve aslında bar aşklarının ne kadar trajik olduğunu bilmiyordum. O zamanlar henüz hiç tek geçelik Ferhat olmamıştım ve hiç tek gecelik Şirin tanımamıştım. O yüzden anlamamıştım Skeleton Skeletron’u.
Albümü bir kenara terkettikten sonra önce on sekiz yaşına bastım ve akabinde evden ayrılıp büyük şehire gittim. Yavaş yavaş albümün bahsettiği ortamlara girmeye başladım ve yavaş yavaş bu albümü anlamaya başladım. Hayatım da sevmemin bu kadar zaman aldığı başka bir albüm hatırlamıyorum. Belki yaşarak sevdiğimden ötürü olsa gerek, başka hiç bir albümü bu kadar anlamlı ve samimi bulmuyorum.
Şeker renkli cennet yok diyerek başlıyor Skeleton Skeletron. Church Of Tiamat ile albüm acı gerçeklerden bahsederek sokuyor bizi büyülü dünyasına. Şarkı sözlerine birazcık dikkat ederseniz bir çok NO lar olduğunu fark edersiniz. Bu “No”lar tam Türkçe’ye çevirirsek hayırdan ziyade yok anlamında. Church Of Tiamat albümün en sert sözlerine sahip parçası gibi gözükebilir. Özelliklede düzenlemesi inanılmaz olan nakaratlarda Johan’ın muhteşem vurguları da göz önünde bulundurulursa. Ama aslında COT gerçeklerin sertliğinden bahsederken hayal perest olmayı kötülüyen, hayal perestleri yargılayan ve bizleri gerçeğe çağıran bir şarkı değil. Kötümser bir şeyden bahsetmiyor, en olası gerçeklerin altını çiziyor.
Brigther Than The Sun bir çeşit aşk şarkısı. Tabii seni seviyorumlar üzerine kurulu bir aşktan ziyade daha zalim bir aşk betimi var burada. Kadınla erkeğin arasındaki boğa güreşine benzer çekişmeyi, bir yandan onun canını yakmak isterken diğer yandan onunla flört etmeyi anlatan bir şarkı. Daha çok bir kadın ile bir erkeğin yaşayabileceği en eğlenceli ikinci şeyi anlatıyor diyebiliriz.
Burda kimse su içmez… Bar da ömür tüketen insanların, gerçek umutsuz ve inançsızların milli marjı, Dust is Our Fare. Kabul bu albümü algılamam çok uzun zaman aldı ama bu şarkıyı ilk dinlediğim an çok sevmiştim,hem de daha önce hiç basık bir barda sigara dumanında boğulmamış olmama rağmen. Bu şarkının hisleri inançsızlık ve umursamazlık. Öyle bir inançsızlık ki ayık kalmak için bir sebep yok ve öyle bir umarsızlık ki sarhoş ölmekte ya da bu gece bir kalp daha kırmakta hiç bir sakınca yok. Sanırım biraz geç kaldım ama sizi uyarmalım, özünde bar olan bir albümün kritiğini yapıyoruz ve bir çok kez bardan bahsedicez.
İşte bir sonraki bar destanı. To Have Or To Have Not. Hikayeyi kısaca özetlemeye çalışalım. Kendisini kaybetmek için bara gelen genç kız, barda ruhunu satan adamla karşılaşır. Adam onun günahları için de yanmayı zerre kadar umursamayacaktır… Şarkının orta yerinde çalgılar susar. Sonra yavaş yavaş tüm çalgılar tekrar sahneye çıkar. Şarkının sonlarına doğru ciddi bir senfoni olur çalgılar. Kalabalık ve duman altı bir oda da şarhoşluktan mideniz bulanırken etrafınıza baktığınızde hissettiğinize benzer bir yabancılaşma ve bu yabancılaşmadan duyulan gurur bu senfoninin betimi olabilir.
Johan Edlund cesur bir adam, körsem bile umrumda değil diyebilmek bence cesaret isteyen bir şey. For Her Pleasure albümdeki sevgiye ve ait olmaya dair ilginç bakış açıları sunan cesur bir parça.
Diyala albümdeki en önemli parçalardan biri olan Rolling Stone kavırı Sympathy For The Devil’e bizleri hazrılayan bir çeşit intro. Şarkının Tiamat yorumuna uygun bir şekilde gergin ve soğuk bir intro. Sympathy For The Devil ise oryantal etkileri ile oldukça donuk ve sözüm ona satanist bir parça haline gelmiş. Tiamat’tan Wildhoney öncesine ilginç bir saygı duruşu.
Best Friend Money Can Buy, üzerine bir paragraf değil koca bir hikaye dahi yazabileceğim bir parça. Gene barda geçen, ömrü bir gece süren bir ilişkiyi anlatıyor. Hikaye kısaca iki yabancı arasında geçiyor. Asıl adam barın neredeyse ev sahibi, asıl kız ise bambaşka bir dünyadan uzaylı. O yıldızlardan gelmiş ve sadece bir geceliğine mola vermiş. Hikayenin sonunda kız ait olduğu yıldızlara geri döner ve adam kızın ismini düşünerek bir wiski daha ısmarlar.
As long as you are mine albümün bir diğer aşka dair sert sözleri olan parçası. For her Pleasure gibi bir yönü var. Aynı zamanda albümdeki en hızlı parçalardan da birisi. Johan ve çetesinin bu şarkıyı konserde çalarken kendilerinden geçtiğinden eminim. Ayrıca şarkının nakaratında ufak bir lovely sort of death göndermesi var.
Lucy albümün en ağır parçası ve muhteşem bir kapanış. Gitarlardan mahrum olan Lucy basit bir bas ritmi ile başlıyor ve ağır bir klavye ile dinleyeni derinlere sürüklüyor. Sözleri ise gene tüm albüm de olduğu gibi bir şekilde içimizi cız ettirmeyi başarıyor. Sözlerde içimizi cız ettiren şey ise ağlak bir trajediden ziyade gerçekçi ve ironik bir melankoli, 1000 metreden suya düşünce, suyun düşene beton vari davranması gibi (şarkının sonunda ki konuşma adından emin olamadığım bir filmden alıntı, aynı dialog The Kovenant’ın bir şarkısında da var. Ayrıca Tiamat’ın son albümü Prey deki The Pentagram adlı şarkı tamamen o filmden dialoglar üzerine kurulu).
Skeleton Skeletron, bizim zamanımızın romeo ve juliet hikayeleri ile dolu ve bizim zamanımız da aşkını kaybeden aşkı ile ölmektense bir bardak daha votka içmeyi tercih ediyor. Eğer hiç kalabalık bir barda yapa yalnız hissetmediyseniz bu albümü dinlemenizi tavsiye etmem. Çünkü bu albümün içine girebilmek için önce albümün hikayesini yaşamanız gerek.