Death in June Essence! incelemesi | Bugünlerde Black Metal son hız beni ele geçirmişken ben de eski dostum Dark/Neofolk‘a geri döneyim dedim. Metal müzik kadar çeşitliliği olmayan, iki albümün arasına 5-10 yılın girdiği bir janrdan bahsediyorum (Rome hariç). Bu yazınsal adımı da türünün öncülerinden İngiliz grup Death in June’un 2018 yılının sonlarına doğru çıkardığı Essence! ile atmak istedim.
Haziran ayını geride bırakalı bir müddet oldu. Belki ölmedik ama bunun bir mevsimi olsaydı kuşkusuz ağustos olurdu gibime geliyor. Bu kısım biraz tartışmalı olsa da ben yine de konudan sapmayıp 5 yıl aradan sonra Essence! ile geri dönen Death in June’u konuşmak istiyorum. Anlatması uzun zaman alacak bu grubu, hakkında fikir sahibi olmayanlar için daha kısa tutarak ifade etmeye çalışacağım.
Her ne kadar bir grup olarak karşımıza çıksa da aslında bir deli dahi olarak gördüğüm Douglas Pearce’ın tek kişilik projesi DiJ. 1977’li İngiliz Post-punk grubu olan Crisis’ten Tony Wakeford (Sol Invictus) ile birlikte 1985 yılında Death in June’u kursa da daha sonrasında yoluna yalnız devam etmiştir. Genel olarak Death in June’u Neofolk olarak tanımlasak da aslında albümlerinde bariz şekilde Apocalyptic Folk ve Martial Industrial teması da ağırlıklı olarak göze çarpmakta. Aslına sadık kalarak her albüme bambaşka tarzda şarkılar ekleyen Douglas Pearce, Essence! albümünü daha az deneysel şekilde tamamlamış.
Şimdiye kadar stüdyo, toplama 30’dan fazla albümü bulunan Death in June için geçmişe gitmek ve kıyaslamak çok kolay olmayacak. Bu bir amaç olsaydı da bunu DiJ için yapmazdım sanırım. 63. yaşını 45 yıllık müzikal tecrübesiyle kanıtlamış birini eleştirmek ne haddime. Anca elini öper yavaşça geri çekilirim.
Bugün Neofolk ile tanıştıysak o da Death in June sayesindedir. Her ne kadar tür kendi içinde dallanıp budaklaşmısa da gerçek budur. Şimdi ise bu gerçek yüzümüze Essence! ile tekrardan ılık bir rüzgar gibi çarpıyor. Daha az yorucu olmasıyla birlikte daha karışık öğeleri içine katmış yapısıyla üstelik. Savaş, aşk, doğa, okültizm kavramlarına zaman zaman kutsal kitaplardan ayetler üzerine monologları katan DiJ, Essence! ile karşımıza daha karamsar bir hava yakalamış. Gençlikteki cesaretin yerini yaşlandıkça alan korku ve boşvermişliğin en tatlı dışavurumu şeklinde.
İnançsız bir adamın kutsal kitaplarla böylesine beslenmesi de bir şeyin içine girmeden onu reddedemeyeceğinin en açık halini albümün ikinci şarkısı God a Pale Curse‘de görüyoruz. İnançsız diyorum çünkü geriye gidip 1992 yılındaki But, What Ends When the Symbols Shatter? albümündeki He’s Disabled şarkısının sözlerine bakınca açık bir şekilde bir Tanrı karşıtlığıyla karşılaşıyoruz. Bu da çocukluktaki acılarından ve eşcinsel olmasıyla bir nebze alakalı geliyor bana.
Death in June zaman zaman nasyonal sosyalist içeriklerinden dolayı Nazi etiketi yemiş olsa da aslında Yahudilerin yaşadığı acıyı destekleyen şarkılarıyla bu durumun tersi yönünde hareket ediyor. Öyle ki albümün üçüncü şarkısı olan The Trigger‘da bunu anlamak güç değil. Akustik gitar ve tubular bellsler ile açılan bu şarkı, acının sözlerle dile getirilmesi karşısında bir tür kendini kaybedişin ama hala ayakta kalmanın ifadesi şeklinde.
Dark/Neofolk grupları şarkılarında farklı enstrümanlarla sık sık karşımıza çıkmakta. Her ne kadar ana enstrüman akustik gitar olsa da müziğin içinde farklı tınıları duymamızı da sağlıyorlar. Bunun en bilindik örnekleri olarak trompet, tubular bells ve ksilofonu başta sayabiliriz. Daha çok Martial Industrial gruplarda karşımıza çıkan bu enstrümanlar Death in June’un da zaman zaman kayıtsız kalmadığı sosyopolitik tavrına oldukça uyuyor. İnsan yaş aldıkça gördükleri üzerine ne kadar konuşma ve anlatma ihtiyacı hissederse Douglas Pearce da o denli dolmuş ve anlatmak istemiş ki şarkı sözleri yine ferman gibi tutulmuş Essence! albümünde. Bir anlam bulması için kısa tutulan cümlelerin altında da ne gibi gizli anlamların yattığını anlamak zor cidden.
Death in June, albümlerine zaman zaman farklı tınılar eklese de hep belli bir sounda ve sese sahip, bu değişmiyor. Essence!’i ilk dinlediğimde bu hissi tam anlamıyla Going Dark şarkısında yakaladım. Biliyorum bu tarz kabul etmesi zor, çoğu insana göre anlamsız gelmekte. İyi de kim her şeyi sevebilmiş ki? Zaten her şeyi sevmek demek kendinden uzaklaşmak için yapılan sağlam bir hamleden öte değil! Douglas Pearce da fazla bilginin ve dışavurumun yolunu müzik yaparak bulmuş olmalı.
90’lı yıllarda The Wall of Sacrifice, But, What Ends When The Symbols Shatter?, Rose Clouds Of Holocaust gibi albümlerle altın çağını yaşayan Death in June’un her ne kadar yaptığı müziği kabul etsem ve sevsem de albüm sona erdiğinde beni derinden yakalayamamış bir şarkının olmayışı içimi burkuyor. Belki biraz The Dance of Life – to Shoot a Valkyrie ve What Will Become of Us?. Çünkü benim bildiğim Death in June, yine kendisi gibi deli yol arkadaşı David Tibet (Current 93) ile birlikte sadece iç sesini dile getirerek, evrenden kopuk müzikleriyle daha iyi. Yine de bu benim sevgimin değişmesine elbette sebep olmayacak. Zaten What Will Become of Us?’taki efsane trompet sesleriyle nasıl olabilir ki?
Şiirsel anlatım ve arada yine kendi back vokalleriyle anlam kazandırdığı şarkılarıyla DiJ bir Neofolk ilahı. Sonrasında oluşan birçok gruba ilham olmuş, geniş yelpazedeki enstrüman içeriği ve imgesel sözleriyle bir klasik. Belli bir zamandan sonrasını düşünürken tedirgin olduğum, sevdiğim biriyle bir defa daha karşılaşamayacak olmanın paranoyak burukluğunu yaşadığım bir grubun şimdilik son albümü Essence!, tüm bu içeriklerin hepsine sahip, belki önceki albümlere göre biraz daha dingin ama yine aynı dünyaya karşı öfke içinde dingin bir albüm.
Folk ne kadar kalabalıksa Death in June o kadar yalnız.
- Albüm Notu