Lord of the Lost – Thornstar Albüm İncelemesi | Merhaba sevgili cemiyet sakinleri uzun bir aradan sonra kalemi kağıdı elime alıp inceleme yazmaya karar verdim. Malum Lord of the Lost yeni albümleri Judas’ı 2 Temmuz’da Napalm Record etiketi ile yayınladı. Hem yeni albümün heyecanını üzerimden atmak için hem de sevgili takipçilerimizi sevdiğim gruplardan biri ile tanıştırmak amacıyla grubun 2018’de çıkardıkları son albümleri olan Thornstar ile karşınızdayım.
Lord of the Lost kimdir, ne iş yapar…
Lord of the Lost, grubun vokali ve has adamı Chris Harms tarafında 2007 yılında Hamburg’da kurulmuş bir Alman gotik metal grubudur. Aslında grubun tarzlarını basitçe gotik metali indirgemek yanlış bir davranış çünkü grup endüstriyel, synth ve senfonik ögeler dahil çoğu elementi müziklerine yedirmeyi seven bir topluluk.
Grup kariyerinin başlangıcında popülerlik olarak istedikleri seviyelere gelemeselerde 2016’dan bu yana özellikle çektikleri kaliteli video klipler ile gotik camia içerisindeki yerlerini sağlamlaştırdılar. Gotik/dark metal türünü sevin yada sevmeyin ama Lord of the Lost kliplerine mutlaka göz atın. Her biri görüntü yönetmenliği ve estetik anlayışları ile görsel bir şölen yaratmayı başarıyor çünkü. Grup hakkında sevgili takipçilerimizi bilgilendirmek istediğim bir diğer konu ise 2012’den bu yana çıkardıkları her albümde Deluxe Edition kapsamında orjinal albümün yanı sıra ekstra bir cd daha yayınlamaları. Bu yayınlanan ekstra içeriklerin neredeyse albüm uzunluğunda olması ve hiçbir filler şarkı barındırmaması takdire şayan. Günümüzün metal dünyasında bu kadar tembel grup varken Lord of the Lost’un her albüm çıkardığında aslında 2 albüm beraber çıkarması grubun ne kadar üretken, çalışkan ve hayranlarına saygı duyduklarını gösteriyor. Bakalım giriş kısmında bile övgülere doyamadığım grup şimdilik son albümleri olan Thornstar ile nasıl bir işe imza atmışlar. (Not: Bu inceleme orjinal albümde bulunan şarkıları kapsayacaktır… )
Dikenlerin üzerinde bir albüm: Lord of the Lost – Thornstar
Albümün giriş şarkısı On This Rock I Will Build My Church azimli bir müzisyenin yükselişini ve her şeye rağmen tepede kalma isteğini, etkileyici ve kafa patlatıcı bir riff ile anlatıyor. Chris Harms’ın pis clean vokalleri, synth etkili altyapısı ve yer yer hızlanan yapısı ile güzel bir açılış şarkısı kendileri. Ayrıca albüm boyunca göreceğimiz brutal-clean-harsh vokal kullanımını ve vokal teknikleri arasında geçişlerin dengeli bir şekilde planlanıldığını göstererek albümün küçük bir özeti niteliğinde.
Albümün ikinci şarkısı olan Loreley ise favorilerimden biri. Synth ağırlıklı girişi, ortalarındaki elektronik breakdown sonrası Harms’ın çığlıkları ve güzel bass yazımı ile gerçekten albümün parlayan yıldızlarından. Black Halo, Lord of the Lost’un çeşitli stilleri kullanmaktan korkmadığını gösteren orkestral bir açılışa sahip. Narin piyano melodileri ve pürüzsüz vokallerle parça dramatik bir hale getirilmiş. Özellikle nakarat sonrasında kullanılan elektronik temelli melodi parçaya pop müzik benzeri bir his veriyor. Bu kısımlar şarkının içinde çok sık kullanılmadığı için dinleyici aşırı rahatsız etmiyor ve hatta şarkıyı daha akılda kalıcı bir hale getiriyor.
Morgana Black Halo’da olduğu gibi güzel bir piano melodisi ve zekice kurgulanmış enstrüman yazımı ile dramatik bir açılışla karşılıyor bizi. Yine Harms’ın çok iyi kullandığı pis clean vokalleri ile şarkı yavaş yavaş yükseliyor. Nakarat kısmında sert vokaller ve hızlı ritimler ile şarkı tepe noktasına ulaşıyor. Bu parçanın birbirine zıt bölümleri, pek çok fikir, ton ve duygu barındırdığı için inanılmaz derecede sürükleyici geldi bana. Kesinlikle albümdeki favorilerimden biri. Haythor başlangıcındaki çatlaklı, kirli, bozuk bir riff ve sert bir bass ile açılıyor. Yer yer kullanılan şaşırtıcı senkoplar ve aynı şekilde yırtıcı vokaller, düşük ton bir riff ile bir araya geldiğinde şarkı ağrılık kazanıyor. Bunların üzerine şarkı aşırı catchy bir nakarata sahip olunca kendileri tadından yenmiyor. Haythor benim için kesinlikle albümün en iyi 2. şarkısı (Birincisini merak ettiniz dimi, o zaman yazıyı okumaya devam edin…).
Naxxar, The Mortarian ve In Darkness and Light gibi şarkılar standart Lord of the Lost kalıpları kullanılarak yapılmış şarkılar. Kötü olmamakla beraber bu şarkıların albümün hit şarkılarının yanında sönük kaldıklarını düşünüyorum. Sadece The Mortarian’ın 3. dakikasına doğru nabzını yükseltmesi ve militarist bir ritme sahip olması diğer bahsettiğim şarkılar arasında bir tık öne çıkmasını sağlıyor.
Under the Sun başlangıcı ile grup 90’lar shock/endüstriyel rock kıyılarına uğruyor ve 90’ların çılgın gençlerine selamlarını çakıyorlar. Tabiki bu selamlarını kendi kurallarına uygun bir şekilde veriyorlar. Synth/endüstriyel müzik temelli başlangıçtan sonra nakarat kısımları tamamen piyano ve Harms’ın clean vokallerine kalıyor. Gerçekten Lord of the Lost’un en iyi yaptığı işlerden biri şarkılarının viteslerini kusursuz şekilde yükseltip, düşürmesi sanırım. Çünkü albümdeki neredeyse tüm beğendiğim şarkılar bu kurgu üzerine kurulmuş. Under the Sun’da şüphesiz o şarkılardan biri.
Gelelim albümdeki favori şarkım olan Ruins’e… Ruins albümün geri kalanına bakıldığında oldukça sert bir açılışa sahip. Tabiki de burada bahsettiğim sertlik death/black gruplarında gördüğümüz bir seviyede değil, ama grubun geçmiş işleri ile kıyasladığımız Ruins’in rahatlıkla yaptıkları en sağlam şarkılardan biri olduğunu iddia edebilirim. Müthiş akıcı nakaratı, inişli-çıkışlı enstrüman kullanımı ile dinleyiciyi kesinlikle kontrol altına alan bir şarkı. Dark/gothic/senfonik/endüstriyel müzikal elementlerin hepsinin harmanlayarak şaheser niteliğinde bir eser koymuş ortaya grup. Ortaya karmakarışık çorba gibi bir iş çıkma ihtimali çok yüksekken grubun bu zamana kadar yaptığı en iyi şarkılardan biri doğmuş. Aslında sırf bu şarkı için bile albümün geri kalanını gözardı edebilirim. Ama yapmamam gerekiyor biliyorum. O yüzden albümün gözümde pek olumlu olmayan taraflarını konuşma zamanı geldi.
In Our Hands ile albümün major sorunlarından biri ortaya çıkıyor. Major sorunlarından biri diyorum çünkü In Our Hands, Cut Me Up ve Forevermore gibi şarkıların hepsinde aynı problem var. Şarkıların chorus kısımları gereksiz uzatılmış. Aslında bu bahsettiğim durum albümün geneline yayılmış bir durumda. Yukarıdaki şarkılarda ise bu durum abartıldığı için direkt göze batıyor. Evet, Lord of the Lost catchy nakarat yazma konusunda uzman bir grup. Ama catchy nakaratları bu kadar uzatıp dinleyicinin gözüne sokmak bir süre sonra dinleyicileri aptal yerine koymaktır bence. Kimse bu gruptan müthiş enstrümantal numaralar yada daha önce yapılmamış bir şey dinlemek istemiyor. Daha doğrusu grubu takip eden ve seven insanların böyle bir beklentisi yok.
Sonuç olarak Thornstar
Albümün baştan sona dinlenmeye değer olduğunu düşünmüyorum çünkü bazı parçalar o kadar göz önüne çıkıyor ki diğer şarkıları elimine etme isteği geliyor içinizden. Albümün metal müzik sınırlarından aşırı çıktığını düşünmüyorum ama bu albümün size çok extreme şeyler sunacağını düşünmeyin kesinlikle. Albümün ilk parçası gerçekten iyi bir metal şarkısı, ancak Lord of the Lost bundan çok daha fazlası, ortaya koyduğu çalışmaları sürekli değişen ve gelişen bir grup. Bu yüzden arkanıza yaslanın, kendinizi rahatlatın ve sonunda sizi neyin karşıladığını bilmediğiniz inişli-çıkışlı ve virajlı bir yolculuğa çıkmaya hazır olun.
Metal, rock, pop, endüstriyel ve gotik müzik atomu.
- Albüm Notu