Sene 1991. İlkokulda sıra arkadaşımın, yeni öğrendiği yazma becerisiyle ve yamuk yumuk bir şekilde defterlerin, sıranın, kalem kutularımızın üzerine Metallica’nın, herkesin yorumlar katarak baştaki M ve sondaki A harflerini değişik tarzlarda uzattıkları o meşhur logosunu çizmeye çalışması, benim de taze başlangıç yaptığım hayat sezonunun bir devrini açıyordu. Arkadaşıma bunun ne anlama geldiğini sorduğumda da, “Ben artık sadece bu müziği dinleyeceğim” diye de iddaalı bir cevap almıştım. “Nasıl bir şey ki?” diye sorduğumda ise duyduğum cevap gayet netti : “Farklı bir şey!”
İşte bu keşfettiğimiz “farklı şey”, “değişik müzik” benim ve eminim benim gibi çoğu kişinin tüketici olarak da, üretici olarak da sadece müzikte değil, genel sanat kavrayışı, anlayışı ve zevkini ömrü boyunca yönlendirmiş, yönlendirmeye devam etmektedir.
1991’in sonbaharında bu vesileyle keşfedip, kasetçalardaki “Black” albümünde Enter Sandman’in ilk notalarında hissettiğimiz o heyecanı tariflemek güç. Fakat 9 yaşında da olsan, farklı bir şey yapmanın ve farklı bir yola girmenin hissettirdiği çocukça asilik ve en önemlisi de bu çocukluk arkadaşlarıyla kurulan ortak bağ ve deneyim ile Metallica aidiyeti, hayatım boyunca sığındığım güvenli bir liman, vefakar bir hatırat olmuştur hep benim için.
Ergenlik denizine açılan yolculuk döneminde, öfkeyi, coşkuyu, acıları, umutları, sevinçleri, hayalleri ve hayal kırıklıklarını paylaştığım sayılı grupların en üst sırasında hep Metallica olmuştur. Küçük yaşta grubun külliyatını keşfettikçe, müzisyenlik konusunda da rol model aldığım ilk grup demekte bir sakınca görmüyorum. İşte Metallica da, kendilerinin bu dönemine gönderme yaptığı konsept bir çalışma olan, on birinci stüdyo albümleriyle bugün (14 Nisan 2023) biz vefakar, eski dostlarının karşısına yeniden çıktı.
28 Kasım 2022’de kimsenin beklemediği, sürpriz bir şekilde albümün ilk çıkış parçası olan “Lux Aeterna” video klibini yayınlayan grup, dört ay içinde de yeni albümü “72 Seasons”ı metal dünyasına sunacağını bildirmişti. “Ne ola ki bu 72 tane mevsim?” dememize fırsat kalmadan, aynı gün konseptin yaratıcısı James Hetfield en net tarifi aşağıdaki gibi paylaşmıştı;
“72 Mevsim, doğru ya da yanlış benliğimizi oluşturan hayatımızın ilk 18 yılı. Ebeveynlerimiz tarafından bize kim olduğumuzun söylendiği kavram. Ne tür bir kişilik olduğumuza dair olası bir güvercin yuvası. Yetişkin deneyimlerimizin çoğu, bu çocukluk deneyimlerine yeniden canlandırma veya tepkidir. Çocukluğumuzun ya da taşıdığımız esaretlerden kurtulmanın tutsakları…”
Tabi “Lux Aeterna”yı dinlediğimde açıkçası Kill’em All ve öncesi demo dönemleri gibi bir çalışma gelecek zannetmiştim. Çünkü bu şarkı bize hem müzikal olarak “Hit the Lights!” diyor, lirik olarak da “Full speed or nothing” (ya tam gaz, ya hiç!) göndermesiyle Motorbreath’i işaret ediyordu. Bu oldukça umut vericiydi ve Lux Aeterna kısa sürede ağzıma pelesenk olmuştu. Şu anda da albümün en güçlü Hit’i ve gaz konser şarkısı olduğunu savunmaya devam ediyorum. Akabinde yayınlanan şarkılarla da aslında grup bu öngörümü çürütmüş oldu. Farklı lezzetleri, değişik yönelimli şarkılarla bezeyeceği bir konsept yaratacağını anlamış olduk.
Gelin, detayları “artılar” ve “eksiler” olarak ayrı noktalarla yorumlamaya çalıştığım kısma geçelim;
ARTILAR 🙂
+ Albümün prodüksiyonunu çok beğendim. Hatta Metallica’nın son döneminin en iyi davul sound’u bana göre. Slayer, Slipknot, Audioslave ve Red Hot Chili Peppers gibi gruplarla da çalışmış olan, ama özellikle Metallica’nın bundan önceki son iki albümü “Death Magnetic” ve “Hardwired..to Self-Destruct” çalışmalarında mühendislik yapan Greg Fidelman’ı prodüksiyon ve mix’in başında görüyoruz. Davulların yanı sıra, bas ve gitar tonları da oldukça başarılı ve kalitesi düşürülmemiş ses dosyalarını dinlediğinizde oldukça zevk alıyorsunuz.
+ James Hetfield’in vokalleri! PapaHet bu albümde daha zengin, daha tiyatral bir vokal işi ortaya koymuş. Ufak ufak yeni şeyleri de denemiş olduğunu ve başarılı olduğunu söyleyebiliriz. “You Must Burn!” şarkısının ikinci yarısında Ghost vari vokaller hem şarkıya yakışmış, hem de Hetfield’a.
+ Albümde “Oldschool thrash yapmaya çalışalım” havası yok neyse ki, yüzünü Load / Reload’a dönmüş bir yapısı var. Çokça Black Sabbath ve Candlemass tarzı doom vari hareketler de serpiştirilmiş ve bunlar hoşuma gitti. Albüme ismini veren açılış şarkısı “72 Seasons”ın başlangıcı çok net şekilde bir Motörhead göndermesi ki saygı duydum. Grubun, hayatlarının ilk 18 yılını ve bu dönemde kendi müziklerinin doğuşunda bir numaralı esin kaynağı olduğunu bildiğimiz bir grupla bu konseptin açılışını yapmaları çok doğal.
+ Hiç olmazsa “HIT” diyebileceğimiz üç dört tane güçlü konser şarkısı var sürekli dinlemek isteyeceğim. Bunu bile artık bir kazanç olarak görmek gerekir bu yaşlarında diye düşünüyorum. Benim bu albümdeki hit’lerimi de sıralayalım aşağıya;
1- Too Far Gone? (Dinamik, net bir parça. Nakaratı ve ikinci yarısı da sizi 90’ların sonuna götürüyor)
2- Lux Aeterna (Kısa, hazmı kolay, grubun çıkış dönemini simgeleyen güçlü bir konser şarkısı)
3- Shadows Follow (Sıkı riff işçiliği olan, kafa sallamalık, agresif vokalli, hızlı bir eser)
4- If Darkness Had a Son (Albümdeki belki tek uzun ama bir bütünmüş gibi hissettiren epiklikteki şarkı. “Justice” dönemi riff’çiliğe çokça gönderme var. “Temptation” diye haykırılan pre-verse ve nakarat bölümleri bence ustalık eseri melodi bütünlüklerine sahip)
EKSİLER 🙁
– Kirk Hammett bıraksa şu yeni solo yazma işlerini, hiç kimse üzülmez gibi geliyor 🙂 Lead’ler çok sırıtıyor albümde ve genel olarak kaliteyi düşüren kısımlar olarak kalıyor kulaklarınızda ve zihinlerinizde. Hatta bazı parçalarda solo başladığında ileri sarıp geçiyorum o kısımları 🙂
– Maalesef yine riff çorbası, sıkıcı şarkılar barındırmaktan öte geçemiyor bu albüm de. Hepsi olmasa da çoğunluğunda birbiriyle bütünlük sağlamayan James’in güzel riff’lerini birleştirerek uzun parçalar oluşturulmuş. 2-3 dakika kısaltılsa ve aranjmanı ona göre düzenlense bazı parçalar daha dinlenebilir bir bütünlüğe sahip olabilirlermiş gibi hissediyorsunuz dinlerken. “72 Seasons” , “Sleepwalk My Life Away”, “Crown of Barbed Wire” ve “Inamorata” bu durumdan gol yiyen şarkılar bana göre.
– Bu söyleyeceğim tam olarak eksi olmayabilir ama yine de bu tarafa koymak istedim. Albümün genel konsepti böyle ama lirikler ve göndermeleri bana çok ergence geldi. Kesin konuşmamak gerekir tabi ama bu adamların 20’li 30’lu yaşlardaki politik/protest şarkılarını bir daha duyamayacak olmak çok üzücü.
– Albümde ballad yok L Metallica’nın ballad şarkılar yönünde ne kadar güçlü olduğu aşikardır sanırım. Fakat bu albümde böyle bir şarkı yok, sadece son parça “Inamorata”nın son kısımlarına doğru hafif clean ve yavaş tempo kısımlar koymuşlar ve sonlara doğru da “Orion” ve “To Live Is To Die” göndermeli enstrümantal armonilerle süslemeye çalışmışlar. Fakat, bu hareketler de sıkıcı olmaktan öteye gidememiş bana göre.
– Kirk Hammett demiş miydim? 🙂
Ezcümle; karşımızda ne olursa olsun, ilk albümlerindeki Whiplash şarkısında olduğu gibi “we’ll never stop, we’ll never quit, ’cause we’re Metallica” (Hiç durmayacağız, hiç bırakmayacağız, çünkü biz Metallica’yız) diyen efsanevi bir grup ve 60’lı yaşlarını devirmiş olan bu metal kahramanlarının yeni albümü duruyor. İlginç konsepti, başarılı prodüksiyonu, zengin vokalleri ve çoğu tınıda sizi 90’lara döndüren bölümleri gibi artıları, son dönem bütünsellikten uzak riff karmaşası eksisini kompanse ediyor. Belki şaheser değil, ama kesinlikle bir kenara atılacak vasat bir albüm de olmayıp, Metallica’nın hala ürettiği bir dönemde tarihe de tanıklık ettiğimiz, PEKİYİ olmasa da İYİ notunu hakeden bir eser olmuş.
Grup da zaten aslında benim vereceğim notu albümün üzerine koymuş: 100 üzerinden 72 🙂
Bir jenerasyona ilham olan Metallica'nın kendi gençlik dönemindeki benliklerine ve hikayenin başlangıcına atıf yapan bir konsept
- Albüm Notu
Bu albüm tanımadığım bir gruba ait olsaydı ikinci kez dinlemezdim. Bir önceki albümün yanında çok yavan kalmış… Üzücü…