Nachtmystium'un en iyi albümü değil ama ilk üçe kesinlikle girer.
- Çok iyi
Amerikan black metalinin en önemli ve aynı zamanda en sansasyonel gruplarından bir tanesi olan Nachtmystium bugünlerde yeni EPSini duyurdu. Oysa bundan yaklaşık 4 yıl önce grup dağıldığını duyurmuştu. The World We Left Behind bu açıklamaya göre grubun son albümü olmalıydı. Neden dağılma kararı aldıklarını ve bugün grubun neden hala aktif olduğu bir gün keşif bölümünde ayrıca tartışırız. Biz bugün The World We Left Behind hakkında konuşalım.
2014 yılında müzik severlerin beğenisine sunulan The World We Left Behind’ı topluluğun kariyerinin bir özeti olarak gördüğümü gönül rahatlıyıla söyleyebilirim. İlk günlerinde bugün Amerikan black metali olarak tanımladığımız türde müzik icra eden topluluk zaman içinde tarzına progressive ve psychedelic etkiler kattı. Daha sonrasında ise deney yapma zamanı başladı. No Funeral ve Nightfall bu deneylerin en güzel sonuçlarıydı.
Bu albümün temelinde gene aynı black metal anlayışı var. Yukarı doğru çıkmaya başladığımızda bir tarafta deneysel, diğer tarafta vaktiyle gruba Black Floyd lakabının takılmasına sebep olan (farkındayım çok talihsiz bir benzetme) saykodelik etki bulunmakta.
Fireheart, The World We Left Behind, Tear You Down ve On The Other Side gibi şarkılar deneysel cepheyi oluşturuyorlar. Fireheart bence bu cephenin en başarılı örneklerinden bir tanesi. Bir noktada Nightfall ve No Funeral şarkılarının devamı niteliğinde düşünebileceğimiz Fireheart, black metal sound’unda icra edilmiş bir alternatif rock parçası aslına bakarsanız. Hem albümün hem de grubun kariyerinin en iyi şarkılarından bir tanesi. Albüme adını veren The World We Left Behind albümün en renkli şarkısı. Muazzam bir rif zenginliği olmamakla beraber efektleri ve değişken temposuyla grubun kariyeri boyunca farklı tarzlarda yaptığı tüm işlerin bir özeti gibi. Deneysel şarkılar tarafında düşündüğüm bir diğer parça Tear You Down bence albümün en bayık şarkısı. On the Other Side ise dile dolanan sözleri ve ritmik yönleriyle karanlık bir rock’n roll şarkısı.
Albümün saykodelik tarafına baktığımızda Voyager, Into The Endless Abyss, In the Absence of Existence ve Epitaph for a Dying Star gibi daha ağır ve daha karanlık şarkıları görüyoruz. Ortalaması yedi dakikayı bulan bu şarkılarda riff tekrarlarıyla birlikte efekt ve sampler kullanımlarının da arttığına şahit oluyoruz. Tam burada Nachtmystium’un saykodelik müzikten anladığı şeyi biraz açıklamakta fayda var çünkü beklediğiniz şey biraz koyu tonlarda bir Pink Floyd deneyimi ise kesinlikle yanlış yerdesiniz. Yani rengarenk ışıklar eşliğinde kozmozda kelebek avına çıkmak gibi bir beklentiniz umarım yoktur. Nachtmystium’un vaadi bonzai bad tribiyle Tarlabaşında kaybolmak (her ne kadar Blake Judd’un bonzai içtiğine dair elimizde delil bulunmamasına rağmen).
Nachtmystium’un müziği sadece yaratıcılık ve karanlık bir estetik anlayışından oluşmuyor. Bu müziğin arkasında uyuşturucu bağımlılığı, adi suçlardan hapis cezası, vefat eden yakınlar gibi bir çok trajedi bulunuyor ve bana göre Blake Judd tüm bu unsurları müziğine sadece bir jankinin yapabileceği incelikle enjekte ediyor. Yazının açılışında Nachtmystium’un hem önemli hem de sansasyonel bir grup olduğundan bahsetmiştim, böyle düşünmemin sebebini de bu şekilde açıklamış olayım.
The World We Left Behind’ın tüm bu özellikleriyle topluluğun kariyerindeki güçlü albümlerden bir tanesi olduğunu düşünüyorum. Fakat albümün hazırlık aşamasındaki hapis cezası, fanlardan gelen kötü tepkiler, maddi sıkıntılar ve hızlandırılması gereken prodüksiyon süreçleri gibi etmenlerin albüm üzerindeki etkisini hissedebildiğimizi de düşünüyorum. Tüm bunları bir araya getirince albümün topluluğun son albümü olmamasına seviniyorum. Kesinlike çok çok iyi bir albüm The World We Left Behind, ama Nachtmystium’un bundan çok daha fazlasını yapabileceğini biliyoruz.