Musiki Cemiyeti
Musiki'ye Gönülden Bağlananların İnternet Mecmuası

Moonspell – Hermitage

Moonspell - Hermitage Albüm İncelemesi | Musiki Cemiyeti

Moonspell Hermitage albüm incelemesi | Wow… Kasımdan beri yazı yazmamışım… Hadi normalde yapmadığım bir şey yapayım, Moonspell’in Hermitage albümü hakkında konuşmaya başlamadan önce biraz sizlere bu geçtiğimiz yedi sekiz ayda neler oldu ondan bahsedeyim. Hatta biraz daha samimi olmak adına siz değil de sen diyeyim. İkimizin arasında olsun bu monolog (yorum yazarsan dialog da olabilir).

En büyük gelişmeden elbette haberin var ama hiç yüz yüze anlatma fırsatım olmadı sana (bir yüz yüzelik hissetmiyor musun şu an sende?). Bildiğin üzere Aralık ayında bir podcast macerasına başladık. Önce Musiki Cemiyeti olarak hemen ardından da sevgili dostum Ahmet Saraçoğlu ile birlikte bir Pasif Agresif – Musiki Cemiyeti ortak yayını Agresif Musiki şeklinde.

Podcast meselesi siteyi ilk açtığım andan beri aklıma olan fakat sekiz yüz tane mazeret (ya da bildiğin üşengeçlik…) yüzünden bir türlü gerçekleştiremediğim bir şeydi. Aralık ayı ise… Çok fazla özel hayatıma girip seni sıkmak istemem. Aralık ayı zor bir aydı ve yeni bir şeyler yapmaya ihtiyacım vardı diyelim. Hani şu “hayatım nereye gidiyor lan” dediğiniz anlar olur ya. İşte tam öyle bir şeydi. Tekrardan kendimi kendim gibi hissetmek, kendimi gerçekleştirmek için yeni bir şeyler yapmam gerekiyordu.

İki tane şey yaptım (tüm bunlar olurken hep arkada Dark Tranquillity’den Remain In the Unknown çaldı). Bir, iş değiştirdim (çok doğru ve şanslı bir karardı). İki, yıllardır ertelediğim podcast işine tekrar gündeme getirdim ve hem Musiki Cemiyeti ailesinin hem de Ahmet’in desteğiyle bu yeni maceraya atıldım, atıldık. Uzun yıllardır verdiğim en iyi kararlardı. Buradan tekrardan hem Ahmet’e hem de Musiki Cemiyeti ailesine çok çok teşekkür etmek isterim. Onlar olmasaydı bu konu da yarım kalan bir kursak olarak hayatım boyunca yanımda taşıyacağım bir yük olacaktı.

Tabii podcast işine girince yazı yazmakta daha da zorlanır hale geldim. Zaten günde bir inceleme yayınlamak gibi bir olayımız hiçbir zaman yoktu ama podcast ile yazmaktan iyice uzaklaştım. Birkaç yayında kalemi attım yere, bir daha tutarsam namertim bile dedim (evet şu an namertim :P). Sağolsun Ulaş bayrağı taşımaya devam etti. Aynı zamanda Pasif Agresif’te de yazıları yayınlanan sevgili Erhan’ın da aramıza katılması ile birlikte bende güzel bir takım hareketlenmeler olmaya başladı.

Evet benim asıl olayım podcast’çilik, artık bundan eminim. Fakat ilk incelememi 2000 yılında yazmış bir eleştirmen (böyle diyince çok havalı olmadı mı?) olarak, bir şekilde yazı yazmaya geri dönmem gerekiyor gibi geliyordu. Dolayısıyla neredeyse sekiz (dokuz?) aylık bir aradan sonra tekrar karşındayım ve bunu sana yüz yüze ifade etmek istedim. Umarım beni anlarsın ve yüreğinin derinliklerinde ilişkimize kaldığımız yerden devam edebilmemiz için gereken sevgiyi bulabilirsin (ah… drama yaratmayı ne kadar sevdiğimi bir bilsen…).

Moonspell – Hermitage ve perdenin arkasında olanlar

Moonspell’i ne kadar ciddiye aldığımı sanırım tekrar söylemeye gerek yok. Fakat benim topluluğu ciddiye alıyor olmam, bazı albümlerinin hayatımda çok önemli bir yerinin olması, topluluğun her yaptığı şeyi sevdiğim anlamına gelmiyor. Ayrıca Moonspell cephesinde çok bahsi geçmeyen, fakat oldukça önemli olan bir konuyu da görmezden gelemeyeceğim. Sorry, not sorry.

Moonspell – Hermitage Podcast Yayın

Hemen meramımı anlatayım. Moonspell, Fernando ve arkadaşları çok yetenekli, zeki ve bir takım planları olan adamlar. “Sırada şimdi ne var?” sorusuna her zaman sanatçı naifliği ile yaklaşmadıklarından da adım gibi eminim. Sanatsal, yaratıcı yönlerini yok saymak değil amacım, fakat Sin/Pecado’nun çok daha geniş kitlelere ulaşmak için çıkan bir albüm olduğunu, aynı günlerde gündemimize giren Daemonarch’ın metal kitlesine iyi görünmek için yapılan bir iş olduğunu, özetle arkada bir takım hesapları olduğunu çok ama çok açık. Her ne kadar Sin/Pecado’yu çok sevsemde bizim orada ass’e ass derler.

The Butterfly Effect ile işlerin istedikleri gibi gitmediğini anladılar. Ve gene benzer bir akılla hareket ettiler. Darkness & Hope ve The Antidote onlara gösterdiki ikinci bir Metallica ya da Rammstein olamayacaklar fakat çekirdek metal kitlesinde onları sahiplenen bir kitle var. Rotanın kırılması gereken yön belliydi. 90’larda başlayan tarz değişimi furyası artık bitmiş, geriye sert müziğin yükselişi kalmıştı. Moonspell’de ekmek orada dedi ve oraya yöneldi.

Bu yönelimde bana göre, büyük oranda zevksiz, Moonspell büyüsünden yoksun albümler karşımıza çıktı. Omega White ve The Extinct hariç diyelim. Omega White gene Daemonarch gibi bir samimiyetsizlik taşıyordu, zira hiçbir özelliği olmayan, sert Alpha Noir’in bonus diskiydi. The Extinct ise Moonspell’in her şeyi kenara koyup, biz dünyanın ya da avrupanın en büyük grubu olmayacağız, yepyeni bir çağ geliyor, yepyeni müzisyenler gruplar çıkıyor ve bizim devrimiz bitiyor diyerek çıkarttığı, Moonspell büyüsünü her saniyesinde taşıyan, yıllardan sonra çıkan samimi bir Moonspell albümüydü. Ne kadar övsem az.

Hermitage’in en özel yanı tıpkı The Extinct’te olduğu gibi, kendini olduğu gibi gören bir Moonspell ile karşı karşıya olmamız (tabii Fernando’nun vokal performansı kendini olduğu gibi görmenin neredeyse tam zıttı ama ona şu an bir şey demiyorum :P). Bu konuyu iyice açacağım, fakat isterseniz önce Fernando’nun albüm çıkınca basına servis ettiği bültene bir göz atalım (Türkçe’sini Emre podcast’te okumuştu, hani yukarıda olan↑).

We know that we are entering the final years of our career as musicians: the winter of our lifetime. We don’t care about people saying we’re still young at heart, or “leading” wolves in a pack. We are not! But we do care about how those around us feel about us, and this album is all about how we feel, our answers to your questions.

Under these circumstances, we feel our musical stakes are higher than ever. For us, it’s not about likes or algorithms, reach, or opportunity of growth. We only care about the music. Music does come first on this album you will hold in your hands soon enough. The record is called Hermitage and it’s about turning our backs to the conventions of modernity. We are currently convincing ourselves that it’s all about us, that we (humanity) are everything. That the world revolves around us. However, ipsi facto, we are nothing and nothing revolves around us. Moonspell’s goal, on these last turns around the Sun, are to write the best music we possibly can. To tell you a few stories with our lyrics, to be close to you in these times of distancing. We wish not to tease you or to influence you or to sell you our fish. We want to sit down with you at your table and feast together upon our notes and words. Like if we were close friends, like back in the time where music matters the most. In your bedroom listening to music, without having to post our smart remarks about it, inviting the hate in.

Hermitage is an open-hearted invitation to simplicity. To be humble. To be thankful. To serve you solace. Provide you comfort, entertainment. We sincerely hope this call reaches you. That you kindly accept what we offer. That you take our music with you to the place you must feel as yours. To your secret place, to your hermitage. Blessed be.

Fernando Riberio
Moonspell – Hermitage | All or Nothing

Moonspell – Hermitage ve perdenin önü

Sayın Riberio’nun sona geldik mesajının oldukça açık olduğunu düşünüyorum. Bir tane daha Moonspell albümü muhtemelen çıkar ama bu adamların 60-70 yaşlarında da vampircilik, kurt adamcılık oynamak istemediği artık aşikar. Oynamasınlar da zaten. Bu açıdan baktığımızda Hermitage, hele bir de son iki yılda dünyada yaşanan şeyleri de düşünerek, topluluğun şu anki halleriyle dünyayı nasıl gördüklerini ifade ettikleri, karanlığa dair romantik güzellemeler yerine, ayakları yere basan, vicdan ve ahlak sahibi bir insanın diyebileceği (demesi gerektiği) gibi, daha iyi bir dünya mümkün diyen bir albüm. Elbette burada bahsettiğim kadar pembe bir şekilde değil. Hayır Moonspell karanlığı Hermitage’in bir parçası. Olması gerektiği kadar.

Evet Harmitage’in arkasındaki yaratıcı aklı ve samimiyeti ne kadar övsem azdır. Moonspell’in bu kadar açık, bu kadar içten, bu kadar gizli bir ajandası olmadan en son The Extinct’i çıkartmıştı. 1755’den sonra bir daha iyi bir şey gelmez herhalde derken böyle bir albümle karşılaşmak, eski bir dostla sohbet etmek gibi. Hayal kırıklıkları kabul edilmiş, “ne olmamız gerekiyordu, ne olabildikler” saptanmış, kalplar biraz buruk ama yine de yeni bir sayfa açmaya hazır, geleceğe dair umutlu olmak isteyen, fakat öncesinde biraz içe kapanmaya ihtiyaç duyan bir eski dostla sohbet etmek gibi.

Moonspell – Hermitage | Common Prayers

Hermitage’in müziğine gelirsek. Sert olma kaygılarından uzak, ne yapmak istiyorsa onu yapan, Sin/Pecado ile Darkness & Hope arasındaki yaratıcı cesareti içinde barındıran ve bana soracak olursanız oldukça renkli, olgun ve güzel bir müzikle karşı karşıyayız. Albümün başından sonuna kadar şu şarkıyı sevmedim diyebileceğim hiçbir şarkı yok. Beste özelinde diyelim.

Fakat albümün çok çok büyük bir problemi var. Fernando’nun vokalleri. Fernando yaptığı işi çok iyi yapan bir vokalist. Özellikle de şarkının başından sonuna kadar kıçını yırtıp böğürmediği zamanlar. Bu albümde ise sanatçı daha farklı, kendi ses rengine göre biraz yabancı hissettiren bir vokal tarzını denemiş. Daha tiz, daha düşük sesli, tabiri caizse Jonas Renkse gibi bir vokale yönelmiş. Çok uzatmanın anlamı yok. Olmamış. İşin garip tarafı brutal vokallerinde de benzer bir olmamışlık hissine kapılıyorum. Bunun dışında albümün baştan sona çok çok güzel şarkılarla dolu olduğu düşünüyorum.

İlla öne çıkan bir şarkı seç derseniz Solitarian derim. Hayır sadece enstrümental olduğu için değil. Moonspell’in bir post rock grubu olsaydı nasıl bir müzik yapacağını gösterdiği için. Albümdeki en çok sevdiğim nakaratlar ise Entitlement ve The Hermit Saints oldu. All or Nothing ise bambaşka bir mesele, daha fazla detay için sizi podcast’e yönlendireyim (clickbait? allahım hala gülüyorum bu konuya :D…).

Ve perdenin kapanışı

Moonspell samimi olduğu zaman şaheserler yapan, sevilecek/satacak işler yapmaya çalıştığında da bana göre eline yüzüne bulaştıran bir topluluk. Portekizli ihtiyarların (onlar dedi ben demedim) tekrardan cesur olmaya, samimi olmaya, dünyaya dair bir şeyler söylemeye karar vermesine çok çok mutlu oldum. Fernando’nun beğenmediğim vokal performansını denemesine bile çok sevindim. Olmamış ama olsun, cesur ve yeni bir şey denemiş. Kaçınız konfor alanınızdan bu şekilde çıkabiliyorsunuz? Ben şahsen çıkamıyorum. Helal… Özetle Hermitage hiçbir şey değilse bu yılın en samimi albümlerinden birisidir. Ne mutluki aynı zamanda en güzel bestelere sahip albümlerinden de bir tanesi.

Moonspell - Hermitage Albüm İncelemesi | Musiki Cemiyeti
Moonspell – Hermitage Albüm İncelemesi | Musiki Cemiyeti
85%
Cesur!

Moonspell'den tekrar böyle bir samimi albüm dinlemek çok güzel. Fernando'nun yeni vokal denemelerine rağmen!

  • Albüm Notu

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

1 yorum
  1. emrealtinok diyor

    Öncelikle podcast’lerde (hem beraber yaptığımız Musiki Cemiyeti hem de Pasif Agresif’ten Ahmet ile yaptığınız Agresif Musiki) ve tabi ki bu incelemede Moonspell’in hinliğini ve tabiri caizse Akdeniz ekmek bazlığını bize hatırlatıp onların da insan olduğunu hatırlattığın için özellikle teşekkür ederim. Bazı kararların daha sonrasında tutarsız davranışlara sebep vermesinden dolayı bana çocuka yapılan “sanatsal” kararlar olarak algılıyordum. Till enişte endüstriyel yapmış ben de yapayım, Sarılardan Sülo (Lars) milyar satmaya başladı ben de satayım yaklaşımını önceden biliyor olsaydım Lise ve Üniversite yıllarında belki Moonspell ile aramı büyük açardım. Ancak o kadar garip ki bu denemeleri yaptıkları döneme daha o dönemde saygım vardı hala da bakidir bu kadar muhasebi yaklaşım bilgisine rağmen. Bu bileylenmişlikle ben bu albüme yaklaşıyordum açıkcası. Bütün “sert olalım hafif de satanik olalım ergen bol satarız Pedro’nun oğlanın sünneti de aradan çıkarırız” yaklaşımı adeta rafa kalkmış. Bu albüm Bağ-Kur’un değil bizim olsun demişler adeta. Belki yıllar evvel ancak hissettikleri sanatsal özgür alanı bu albümde yaratmışlar. Kimi yerde iyi kimi yerde de gerçekten kötü olmuş. Ama bunu komple kötü ve garantici bir albüme kat kat yeğlerim. Hatta şunu da söyleyebilirim. Bu albüme Moonspell önyargısıyla yaklaşmasaydım çok daha hızlı beğenirdim. Aylardan sonra şunu yeniden söyleyebilirim yalnız. Vokaller olmamış başkan. Yapacak bir şey yok. Niye Solitarian dediğine dair de çok bariz bir ipucu :)))
    Açıkcası sahnesini bir yandan aşırı merak ediyorum bir yandan da delicesine “cringe” seviyesinde korkuyorum. Umarım beraber izler saydırırız. Bu söylediklerimin tam tersini de Fernando’ya söyleyip gazetecilik tarihinin en omurgasız röportajını da yapmaya hazırım :)))

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept